Türkiye hali hazırda ciddi yatırımlar yaptığı, üretiminde yer aldığı ve parasını ödemiş olduğu son teknoloji savaş uçağı olan F-35’leri alamamak pahasına Rus füze savunma sistemi S-400’lere yöneldi ve alımı gerçekleştirdi.
S-400 sistemleri Türkiye’ye gelene kadar konuya ilişkin önemli tartışmalar yaşandı ve gerek yurt içinde gerekse yurt dışında Türkiye’nin NATO üyeliğinden eksen tercihlerine kadar pek çok sorgulama yapılmasına neden oldu. Ancak Türkiye bir karar verdi ve gelinen noktada artık geri dönüş zor. Peki, Türkiye’nin doğru tercihi yapıp yapmadığını ne zaman ve nasıl anlayacağız?
“F-35’ler birkaç sene sonra çöp olacak”
Emekli Hava Kuvvetleri Pilot Tümgeneral Beyazıt Karataş tercihin S-400’den yana kullanılmasını isabetli bir karar olarak görüyor çünkü Karataş’a göre F-35’in ‘görünmezlik’ teknolojileri birkaç sene içerisinde kendi tabiri ile “çöp” olacak. Karataş iddiasını bir adım ileri götürerek bu gizli olduğu öne sürülen teknolojilerin çoktan çalındığını ve doğu bloğunun eline geçtiğini belirtiyor.
Nitekim Çin ve Rusya şimdiden kendi radarlarının Amerikan F-22 ve F-35’lerini görüp saptayabildiğini ileri sürüyor. Özellikle Çin’in hali hazırda sahip olduğu Aktif Elektronik Sıralı Tarama (AESA) sistemi farklı bir radar opsiyonu olarak geliştirilmeye devam ediliyor. Bu alanda ayrıca teorik ve deneysel araştırmalara büyük yatırımlar da yapılıyor. Çin kuantum radarları ve çapraşık foton maddeciklerinin kullanıldığı sistemler üzerinde çalışıyor.
Rusya da halen geliştirmekte olduğu S-500 füze sistemlerinin görünmez uçakları saptama ve engelleme teknolojisine sahip olacağını ileri sürüyor.
Amerikalı uzmanlar ise üretilen yeni nesil teknolojilerin onlarca yıl boyunca gökyüzünü güç ve kontrol anlamında domine edeceğini kaydediyor.
Araştırmalar farklı radar bantlarında F-35’lerin bir şekilde görülebildiğini doğrulasa da X ve KU gibi standart radar bantlarında bu görüntülerin füze gönderip isabetli şekilde vurabilecek kadar net olmadığını da ortaya koyuyor. Bir başka önemli nokta da radarlar diğer uçakları, örneğin, 100 birim öteden görebiliyorsa F-35’leri ancak 25 birim ötede fark edebiliyor ki bu çok önemli bir avantaj haline geliyor.
“Konu sadece radar görünmezliği değil”
Savunma ve Güvenlik üzerine akademik çalışmalar yürüten Bilkent Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi Çağlar Kurç, F-35’in radarda bir uçaktan ziyade bulutumsu genel bir bölge olarak görüldüğünü anlatıyor. Bununla birlikte Kurç F-35’lerin teknolojik olarak masaya koyduğu tek veya en önemli avantajın ‘görünmezlik’ olmadığını söylüyor. Geliştirilecek tek bir karşı yeni sistem ile F-35’in üstünlüğünün son bulmayacağını aktaran Kurç şöyle devam ediyor:
“F-35 sadece bir uçak değil. Bu uçakların her biri aslında bir ‘ağ merkezli savaş’ karargahı. Yani bu uçaklara o kadar çok sayıda yeni teknoloji entegre edildi ki görünmezlik bunlardan sadece biri. Pilotların yanı sıra uçağın kendisi eş zamanlı olarak lojistik ve stratejik operasyonlar tasarlayıp yürütüyor olacak. Edindiği bilgiler ile diğer uçakları koordine ediyor, farklı noktalardan gelen verilere göre olasılık hesapları ile savaş senaryosuna göre hazırlıklar yapıyor olacak.”
Kurç’un belirttiği gibi yapılacak olan güncellemeler ve ‘Skyborg’ adı verilen programlar ile F-35’lerin yakın gelecekte insansız uçakları da aynı anda kontrol edeceği ve tek bir pilotun kontrolünde birden fazla uçak olabileceği çeşitli makalelerde aktarılıyor.
Bu noktada Emekli Tümgeneral Karataş F-35’lere ilişkin ‘gizlilik’ten daha ciddi bir sorun olduğundan bahsediyor.
“F-35’ler ABD gözetiminde ve kontrolünde olmaya devam edecekti”
Karataş’a göre görünmez denilen uçaklar hem görünmez değil hem de satın alan ülkeyi lojistik yönden ABD’ye bağımlı kılıyor. Bu uçaklarda ‘Otonom Lojistik Bilgi Sistemi’ (ALIS) adlı bir sistem olduğundan bahseden Karataş, bu yazılımın Türkiye’yi Amerikan şirketlerine bağımlı kılacağını ileri sürerek F-35 almaya karar veren ülkelerin hepsinin bu sistem içerisinde kalmak zorunda olduğunu kaydediyor ve şöyle devam ediyor:
“Uçağın edindiği bütün bilgiler önce ülke sistemlerine oradan da sistemi yazan şirketlere gidiyor çünkü F-35 bir tedarik zinciri içerisinde çalışıyor. Şu anda iki ülke, İtalya ve Norveç, ilave bazı yazılımlar yazarak ALIS’in sıkıntılarından nasıl kurtuluruz diye yaklaşık 25 milyon dolarlık bir proje üzerinde çalışıyor.
Kısaca NATO üyesi ülkeler bile milli lojistik sistemlerinin Amerikan şirketlerine veri aktarmasını ve nihai kontrolün ABD’de olmasını istemiyor. Ancak onların da kurtulmaları pek söz konusu olamayacak. Bu ALIS sistemi bir cep telefonu gibi içerisinde bir sürü yüklenmiş ve silinemeyen uygulama ile geliyor. Bu uygulamaların güncellemeleri var. ABD bu uygulamalar ile bu sistemi kontrol ediyor.”
ABD’nin saadet zinciri mi?
ABD’nin 48 eyaletinde F-35’in farklı parçalarının üretildiğini anlatan Karataş, bu tedarik zincirindeki sistemin de verimli çalıştırılmadığına ve bunun da yakın gelecekte farklı sorunlara yol açacağına işaret ediyor. Paralelinde yapılan hizmet alımı anlaşmasıyla bazı Türk şirketlerinin kullanımına ilişkin hakların da ABD’ye verilmek zorunda kalındığını anlatan Karataş, “F-35 küresel sermayenin küresel silah gücü, ABD’nin de saadet zinciridir” diyor.
“SU-57 Türkiye’nin işini daha çok görür”
Türkiye’nin ne Amerikan ne de Rus savaş uçağı almasını doğru bulan ve mutlaka milli uçak üretimi yapılması gerektiğinin altını önemle çizen Karataş, sadece teknik açıdan bakıldığında ise Rus SU-57’lerin Türkiye’nin kullanım koşulları bakımından daha kullanışlı olduğunu ifade ediyor.
F-35’in tek motorlu olması, manevra kabiliyetinin nispeten düşüklüğü, yakıt kapasitesinin daha az dolayısıyla menzilinin daha kısa olması ve silahlarını görünmezlik için gövde içerisinde bulundurması nedeniyle az sayıda füze taşıyabilecek olması gibi nedenlere işaret eden Karataş, SU-57’nin ise daha ekonomik, çift motorlu, daha uzun menzilli ve daha fazla mühimmat taşıdığını belirtiyor.
“Yani görünmezlik olacak diye bir uçak yapmaya kalkıyorsunuz ama hantal deniz kaplumbağasına benzeyen bir şey yapıyorsunuz. F-35’i alsanız da görünmez olamayacaksınız çünkü mecburen başlayacaksınız bu sefer mühimmatları kanat altlarına koymaya çünkü ona ihtiyacınız var.” diyor Karataş.
Kurç’a göre ise Türkiye S-400 ile F-35 arasında tercihini F-35’ten yana kullanmalıydı. “Yakın gelecekte ‘Görünmezlik özelliği’ bir işe yaramayacaksa bu Rus uçakları için de geçerli olacak. Bir uçağın en önemli özelliği taşıdığı bombalar, manevra kabiliyeti ve menzili kadar ‘sistem entegrasyonu’dur.” diyen Kurç, sisteme entegre edilemeyen aygıtların ne olursa olsun kısıtlı kalacağına dikkat çekiyor.
Ağ merkezli savaş yapabilmek için bütün sistemlerin birbiriyle konuşması gerektiğini anlatan Kurç, Rusya’dan uçak veya füze alındığında bu modern silahların en büyük avantajının kullanılamayacağını kaydediyor ve ekliyor:
“F-35 ile birlikte Türkiye’ye gelen bir ‘know-how’ (yapabilme bilgisi) vardı. Savunma sanayi içerisindeki şirketlerin bir katkısı vardı, karı vardı. Bu proje bu şirketlerin sürdürülebilirliği için önemliydi aynı zamanda. Sadece bugüne kadar yatırdığınız paralar bağlamında bile bakarsanız bu uçaklar S-400’e göre çok daha değerli. Vazgeçtiğiniz şeyin karşılığında sisteminize dahi entegre olamayacak bir başka şey alıyorsunuz. Fırsat-maliyet analizini doğru yapmak gerekiyordu.”
Sisteme bağlanmayan S-400’ler verimli çalışabilecek mi?
Rusya’dan alınan füze sistemlerinin kapsama alanının geniş ve yeterli olabilmesi için Türkiye’de var olan radar sistemine bağlı olması gerekiyor ancak bu sisteme bağlanmak demek aynı zamanda NATO sistemine bağlanmak anlamına geliyor. Bu nedenle S-400’ler kendi radarlarının görebildiği kadarıyla görev ifa etmek durumunda.
Kimi uzmanlara göre bu noktada bir sorun yok ve S-400’ler yerleştirildikleri bölgelerde yeterli korumayı sağlayabilir ancak kimi uzmanlara göre ise dünyanın yüzeysel eğimi ve dağ çukur tepe gibi arazi şartları nedeniyle potansiyel tehditleri algılama mesafesi ve hedefleri isabetli şekilde vurma kapasitesinin düşmesi kaçınılmaz. Hiçbir radar yüksek engebeli arazilerde veya kötü hava koşullarında yüzde 100 görüş elde edemiyor ve bu açığı diğer radar sistemlerinden gelen verilerle kapatıyor.
Görünmez kör noktaların oluştuğu bölgelerde sisteme bağlanmamış olan S-400 füzeleri menzil konusunda Patriot ve SAMP-T sistemlerinden üstün olsa bile ne kadar işlevsel olacağı konusundaki soru işaretleri devam ediyor. Türkiye sırf S-400’ler için NATO ile bağlantısı olmayan ikinci bir radar sitemini ülkede kurabilir ancak bu son derece maliyetli bir çözüm olur.
S-400’lerde ne seviyede teknoloji paylaşımı olacağı belirsiz.
F-35’lerin üretim aşamasında Türkiye önemli bir paydaştı ancak S-400’lerde teknoloji paylaşımı henüz gerçekleşmedi ve ne zaman, ne seviyede gerçekleşeceği de henüz belli değil. Bu alanda Rusya ile görüşmeler devam ediyor. Bu konuya ilişkin Kurç şunları söylüyor:
“Bu teknoloji transferi tam olarak neyi kapsıyor kimse bilmiyor. Türkiye’nin hangi parçaları üreteceği belli değil. Yani örneğin bize ‘Siz taşıyıcı kamyonları üretin’ derlerse bu da teknoloji transferinden mi sayılacak?”
Türkiye neden şimdiye kadar yüksek irtifa ve uzun menzil füzeleri üretemedi?
2007 – 2010 yılları arasında Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı yapmış olan Karataş, AK Parti hükümeti döneminde milli savunma alanına yapılan yatırımlarda ciddi bir artış olduğunu dile getirerek alçak ve orta irtifada bazı ilerlemeler kaydedildiğini belirtiyor. Karataş yüksek irtifa konusuna ilişkin kısıtlamalar hakkında ise şunları söylüyor:
“Neticede bu işler öyle beş üniversite bitiren uzmanlar yetiştirmekle olmuyor sadece. Türkiye kendi arabasını da yapamıyor. Teknoloji konusunda geri kalmış, bu konuya önem vermemiş bir ülkenin böyle sistemleri yaparken zorlayıcı tedbirler alması gerekiyor. Olaya böyle bakmak zorundayız. Ar-Ge konusunda geçmişten gelen eksiklikler var. Son yıllarda bunlara önem verilmeye başlandı ama yine de bir zaman geçmesi gerekiyor.”
Kurç da bu konuda benzer bir cevap vererek dünyada bunu yapabilen çok az ülke olmasının nedenini uzaya çıkma kapasitesi ile açıklıyor. “Bugün bu teknolojiyi üretebilen ülkeler bu işlere 1950’lerdeki uzay programları ile başladı. Bu füze sistemleri bunun bir meyvesi.” diyor ve ekliyor:
“Türkiye çok kısıtlı bir savunma sanayi bütçesi ile bütün askeri yelpazedeki ürünleri yapmaya çalışıyor. Halbuki her şeyi kendi yapmaya çalışmasa ve tüm bütçesini hava savunma sistemlerine yatırsa farklı bir tablo oluşabilir ama bir yandan helikopter bir yandan tank bir yandan piyade tüfeği yapmaya kalkınca olmuyor.
Bu sebeple bu güne kadar izlenen temel strateji ne? Yabancı bir ülke ve firmayla ortaklık kurulur. Yabancı firma o teknolojiyi Türkiye’ye getirir ve Türkiye’de bu şekilde kendi üretim kabiliyetlerini arttırır. Bu, silah geliştirme süreçlerini çok kısaltan bir strateji.”
Yunanistan’ın F-35 sahibi olması Türkiye’yi Ege’de sıkıntıya sokar mı?
Karataş’a göre ekonomik kriz içerisinde olan Yunanistan F-35 satın alabilecek durumda değil. “Yunanistan’a bu uçaklar karşılıksız verilse bile uçuramazlar çünkü bunu uçuracak yakıtı bile bulabilecek durumda değiller.” diyor Karataş ve şunu ekliyor:
“Olur da silahlanma yarışı başlatmak ve Türkiye’yi zora düşürmek için ABD Yunanistan’a tümüyle bu desteği verirse o zaman alsınlar güle güle kullansınlar. Eğer Türkiye ile Yunanistan karşı karşıya gelme noktasına iş varmışsa Yunanistan müttefiklerinin bütün desteğini alsa bile orada artık Türkiye’nin de müttefikleri vardır. Bu işler öyle kolay değil. Siz Atlantik ile Avrasya’yı karşı karşıya getirmiş oluyorsunuz. Dünya tek kutuplu değil çok kutuplu düzene geçiyor. Türk halkı artık desteğin batıdan geleceğine inanmıyor. İstiklal mücadelesinde olduğu gibi yine Karadeniz’den gelecek.”
NATO yetkilisi: Meseleye bir de böyle baktınız mı?
Bir NATO yetkilisi S-400 ile ilgili gelişmelere yönelik krizi fırsata çevirebilecek bakış açılarının da değerlendirilmesi gerektiğini şu cümlelerle ifade ediyor:
“Evet, Rusya bir NATO üyesine kendi askeri sistemlerini satmayı başardı ama olaya bir de şu açıdan baktınız mı: Rusya’nın en gelişmiş füze sistemleri artık NATO’nun elinde!”
Peki, Türkiye iyi niyet göstergesi olarak NATO uzmanlarının S-400 yazılım ve parçalarını incelemesine ve bu sistemin zayıf noktalarını öğrenmesine müsaade eder mi?
Karataş’a göre bu söz konusu dahi olamaz. “Hiç kimse kendi yazılımını bir başkasına göstermez ve açtırmaz. Anlaşmalar gereği üçüncü taraflara satın alınan askeri teçhizatlar ile ilgili eğitim veya parça verilemeyeceği belirtilir.” diyor Karataş.
Türkiye ve NATO kendi aralarında uzlaşıp bunu yapmaya kalksa dahi güncelleme ve bakım yapacak olan Rus teknik ekiplerin bunu anlayacağını ileri süren Karataş, sistemin açılmasıyla birlikte güvenlik tedbirlerinin devreye girdiğini ifade ediyor.
Rusya ‘ihraç modeli’ni veriyor
Savunma ve Güvenlik Uzmanı Kurç’a göre ise bu konudaki kritik nokta şu: Hiç bir ülke veya firma kendisini uluslararası silah pazarında öne çıkaran, onu üstün kılan en önemli teknolojisini başkalarına tam donanımlı haliyle vermez ve her zaman bir şeyler eksik olur. Kurç’un iddiası, Rusya’nın bir NATO ülkesine bu sistemi verdiğini bilerek, Türkiye’ye ‘ihraç modeli’ni sattığı yönünde. “Onlar ne olabileceğini biliyorlar ve ona göre bir model gönderiyorlar. Yani bazı özellikleri kısıtlanmış bir model olduğunu tahmin etmek zor değil.” diyor.