Efe Gökçe / efe@businessworldglobal.com
İklim Kanunu, bir ülkenin iklim krizi ile mücadelede uyumlu ve dirençli olmasını sağlamak, sera gazı emisyonlarını azaltmak ve tüm bu süreç içerisinde her bir kişi ve kurum için adil geçişi yönetmeyi yasal güvenceye alan en kapsamlı düzenlemedir.
Yukarıda bahsi geçen tanımda sihirli kelime “adil geçiş” kelimesidir. Yani bir ülkede halk ve çevre yararına yapılacak bir kanunun içerisinde şeffaflık olmazsa olmazlardan biridir. Böylelikle kanun ve öneriler içtenlikle karşılanarak kabul edilir ve halktan da destek alır. Oysa, mecliste önce kabul edilen daha sonra da iptal edilerek yeniden komisyona gönderilen İklim Kanunu Teklifi, ekoloji ve doğayı koruma ile doğrudan ilgili değil. Üretim, tüketim, doğa, çevre ve su gibi alanların korunması ile doğrudan ilgili bir kanun teklifi değil.
Tüm bunları içermeyen kanun teklifi, finansı ve karbon fiyatlamayı ön planda tutuyor. Kendi üreticimiz ve sanayicimizin bu karbon emisyonunu ölçerek finansal gelir elde edeceği düşünülüyor olsa da, bu gelir küresel güçlerin kasasına aktarılan bir kaynak olacak. Yani kendi ülkemizde doğayı ve çevreyi koruduğumuzu ima eden, gerçekte ise küresel güçlerin çıkarlarına hitap eden bir teklif meclise sunulan.
Ocak 2026 tarihinde AB ülkelerine ihracat yapan sanayi ek olarak karbon vergisine tabi tutulacak. Peki, bu vergi kimin kasasına gidecek? Kim denetleyecek?
AB aslında 20 yıldır bu olayı deneme yanılma yolu ile uygulayan bir sisteme sahip. Her ne kadar ülkemiz ve siyasilerimiz Türkiye’de bunu son 3-4 yıldır dile getirmeye başlasa da, ülke olarak çok da hazır değiliz aslında.
Bu durum ülkemiz sanayicisini diğer ülkelerle rekabet konusunda endişeye düşürse de, genç ve dinamik iş gücümüz, yetenekli üreticilerimizin azmi ile bu durumu da aşacağımızı umuyorum.