Dr. Hakan Çınar / Dış Ticarete Yön Verenler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
6 Şubat’ta yaşanılan felaketten çıkarmamız gereken çok ders olduğunda herhalde hepimiz hemfikiriz. Ancak gelin görün ki, biz her felaket veya afetten sonra ders çıkarmamız gerektiğine hemfikir oluyoruz. Ama sadece hemfikir oluyoruz, sonrasında ise kaldığımız yerden yaşamımıza devam ediyoruz. Bu kez öyle olmaması için sanki herkes biraz daha duyarlı gibi görünse de, veya daha doğru tabirle göründüyse de, gelinen noktada yine bizim şu meşhur eski tas ile eski hamam buluşuverdiler.
Aslında yaşanılan bu büyük felaket sonrası biraz daha duyarlı gözükmemizin ve üzerine senaryolar geliştirmemizin, keza lojistiğin daha fazla dile getirilmesinin ana nedeni olası Marmara depremi. Türkiye nüfusunun hemen hemen yüzde 32’sinin burada yaşadığı ve ekonominin ise çok daha önemli bir yüzdesinin Marmara’dan oluştuğu düşünüldüğünde, doğaldır ki endişeler birkaç kat daha arttı. Artmasına arttı da, 1999’dan 2023’e kadar yapılanlara
baktığımızda, ister istemez geleceğe dair pek de bir ümit kalmıyor kimse de. Lojistik açıdan her ne kadar pek çok zafiyetle karşı karşıya kalınmış olunsa da, yardımın sağlandığı batı illerinin güçlü olması, bir nebze de olsa depremzedeler için bir çözüm oluşturdu. İşte bu sebeptendir ki olası Marmara depreminde, bu bölgeye yardım edilmesi de, ulaştırılması da öyle pek de kolay olamayacak.
İnsanların bozulan psikolojileri, yeniden yaşama devam edebilme çabaları, sanayi tesislerinin yeniden aynı sayıda işçi düzeyine ulaşabilmeleri ve çarkların tekrar dönebilmesi, tarımda çalışabilecek işgücünün ve eski seviyenin yeniden yakalanabilmesi deprem bölgesi için bir hayli zor görünüyor. Bölgenin ülke sanayimiz ve tarım ekonomimiz içerisindeki payının son derece yüksek olduğunu ve öte taraftan cari denge ve dış ticaret dengesi üzerindeki etkisinin de ne denli etkili olduğunu düşündüğümüzde, bölgeyi yeniden ayağa kaldırmadan, geleceğe dair bir şeyler söylemeyi de zor kılıyor.
6 Şubat depreminde yaşanılan pek çok sorunu göz önünde bulundurduğumuzda, lojistik açıdan süreci iyi yönetemediğimizi belirtmek durumundayım. Nitekim kral çıplaksa çıplaktır. Depreme hazırlıksız yakalandık, AFAD’da Kızılay’da yeterince hazırlıklı değildi söylemlerine ben asla katılmıyorum. Depremle ilgili en azından depremin ne zaman olacağını bilmediğimizi biliyoruz. Yani bu da demektir ki her daim hazır olmalıyız, olmalıydık. Biz
ki plazalarda binalarda tatbikat yapıldığında “tatbikattır bu inmemize gerek yok” diyen insan topluluğuyuz, işte burada da aynı durum söz konusu. Başta AFAD olmak üzere hiçbir kurumun hazır olmadığı, lojistik toplama merkezlerinin oluşturulmadığı, araç tedariğinde de bir planlamanın yapılmadığı çok net anlaşılmakta.
Gelelim neler yapılmalı konusuna. Bugün İstanbul ve Marmara’da olası bir deprem sonrası sığınma alanları olarak belirlenen yerler önce net belirlenmeli, ardından tüm halk gerçek manada bilinçlendirilmeli. Yanı sıra ilk yardım ve deprem anında yapılması gerekenler konusunda halka tez zamanda eğitim verilmelidir. Afet lojistiği olarak da adlandıracağımız, afet sonrası önce kurtarma ekipmanları ve yardım sağlayacak insanların, ardından yardım malzemelerinin nasıl ulaştırılacağı konusu da ayrıca ele alınmalı. Bu konuda mutlak surette bir “Lojistik Koordinasyon Komitesi” kurulmalı, lojistik konusunda profesyonel yöneticilerin de komitede yer alması ve Türkiye’nin her neresinde deprem olursa olsun, bölgeselleşmek suretiyle planlamanın önceden tamamlanması olmazsa olmazlarımız. Binaların sağlamlaştırılması gereği gibi konuları zaten söylemeye bile gerek yok.
Reçete belli, yapılması gerekenler belli. Yaşanılan depremin bilançosu ortada, olası Marmara depreminde bu halimizle yakalanırsak doğabilecek sonuçlar da ortada. Gerisi? Bu kez gerisi teferruat diyemeyeceğim ne yazık ki. İşte bu teferruat diye gördüğümüz her bir detay, bizlerin yaşamını sürdürmemizi sağlayacak belki de. Marmara depremi meselesi, memleket meselesi. Umarım yine eski tasla eski hamamı buluşturmayız.