ABD, “tarihi” olarak kabul edilen 59. başkanlık seçimleri için gün saydığı dönemde, seçim sürecinin nasıl işleyeceği, Demokratlar ile Cumhuriyetçileri karşı karşıya getiren postayla oy kullanma uygulaması ve seçim sonrasındaki muhtemel tartışmalı süreç, ülkenin bir numaralı gündem maddesi haline gelmişti. ABD’de seçim kanunlarına göre bir seçmen, belirli durumlarda seçim sandığına gitmeden uzaktan posta yoluyla oy kullanabilmektedir. Covid-19 salgınına kadar ABD’de sadece birkaç eyaletteki seçmenler, sandığa gitmeden posta yoluyla oy kullanabilmekteydi.
Yakın tarihteki ABD seçimlerine bakıldığında, sandığa gitme oranı %55’ler seviyesinde gerçekleşmiştir. Bu yıl sandık başında ya da posta yoluyla kullanılan erken oyların sayısındaki kayda değer artış dikkat çekmektedir. Ülkede 74 milyonu aşkın kişi oyunu kullanmıştır. Bu kişilerin 49 milyondan fazlasının posta yoluyla, 25 milyondan fazlası da seçim merkezlerinde, sandık başında oyunu kullandığı belirtilmektedir.
Beyaz Saray’a giden yol 270 delegeden geçmektedir. ABD’de başkanlık seçimlerinde en fazla oyu alan aday değil en fazla delegeyi kazanan aday, başkanlık koltuğuna oturmaktadır. “Delegeler Kurulu” (Electoral College) adı verilen sistemde, her eyalete farklı ağırlıklarla dağıtılmış toplam 538 delege bulunmaktadır. Bu sayının yarısından 1 fazlasına, yani 270 delegeye ulaşan aday, başkan olmaya hak kazanmaktadır. 2016 yılındaki son seçimleri kazanan Trump, 304 delegeye ulaşmış ancak rakibi Hillary Clinton, Trump’tan yaklaşık 3 milyon daha fazla oy almıştı.
ABD’de seçim süreci, esasen seçim gününden sonra da uzun bir süreyi kapsamaktadır. Seçim sonuçlarının gecikmesi durumunda, sonraki aşamalar için Anayasa ve kanunlarla belirlenmiş bazı tarihlerin değiştirilmesi söz konusu olmadığından, bu durum da beraberinde yeni bir kaos getirebilir.
Covid-19 salgınının etkisiyle Amerikan ekonomisi Büyük Buhran’dan bu yana en zorlu günlerini yaşarken, Trump ve Biden’ın seçim manifestolarında ekonominin toparlanmasına yönelik izlenecek politikalar öne çıkardılar ve kazanan Biden oldu.
Trump, “tarihin en büyük ekonomisini” tekrar inşa edeceklerini belirtse dahi bu yaklaşımı pekte yeterli olmadı. ABD’deki işsizlik oranını Covid-19 krizi öncesi dönemde son 50 yılın en düşük seviyelerine indirdiklerini söyleyen Trump, 10 ayda 10 milyon kişiye istihdam sağlama sözü vermişti. Trump, orta gelirliler için gelir vergisinde indirim öngörürken, yatırım, üretim ve istihdamı artırmak için sermaye kazanç vergisinde indirime gitmeyi planlamaktaydı. “Önce Amerika” sloganıyla yolan çıkan Trump, gelecek 4 yıl içince Amerika’yı dünyanın “üretim süper gücü” haline getireceklerini iletmişti. Biden’ı Çin’in ekonomisinin güçlenmesine destek olmakla suçlayan Trump, yeniden başkan seçilmesi halinde imalat sektöründeki 1 milyon kişilik istihdamı Çin’den geri getirme ve faaliyetlerini Çin’den ABD’ye getiren şirketlere vergi indirimi uygulama sözünü de vermişti. Tüm cabalrı, vaadleri ve ekonomik büyümedeki garanti sözleri bir işe yaramadı ve kaybeden taraf oldu.
Demokrat Parti Başkan adayı Biden, seçmene “orta sınıfı güçlendirme” sözü verirken, 700 milyar dolarlık “Amerikan ürünü tercih et” (Buy American) kampanyasıyla yerli üretimin canlandırılmasını hedefledi. Biden, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ekonomisinde “en agresif hükümet yatırımı”nı yapmayı öngörmektedir. Biden, 5 milyon kişiye istihdam sağlanacağını da belirterek, en yüksek gelire sahip kişilerden alınan marjinal vergi oranını %37’den %39,6’ya yükselterek Trump’ın uyguladığı bazı vergi indirimlerini tersine çevirmeyi planlıyor. Biden, düşük gelirli çalışanlara yönelik bazı vergi indirimlerini genişletmeyi planlarken, saati 7,25 dolar olan asgari ücreti ise 15 dolara çıkaracağını, Çin’e karşı olan ticaret savaşının Amerikalı tüketiciler ve çiftçilere zarar vereceğini ileri sürmüş, seçim zaferinde bu sözlerin çokta etkili olduğu görüldü.. ABD’nin 2050’ye kadar sıfır karbon salınımlı sürdürülebilir bir ekonomiye geçmesi gerektiğini vurgulayan Biden, temiz enerji ve sürdürülebilir altyapı yatırımları için 2 trilyon dolar harcayacağını söylüyor